

Artık iplerin birbirine dolanmış hapishanesinden kurtulan ayı, yeni bulduğu özgürlüğünü sınarcasına bir an kıpırdamadan durdu. Sırada ne olacağından emin olmadan nefesimi tuttum. Bana saldırabilirdi; kürkündeki küçük detayları görebilecek, tenine yapışan vahşiliğin kokusunu alabilecek kadar yakındım. Ama gözlerinde saldırganlık ya da korku yerine, tamamen beklenmedik bir şey vardı. Ayı öne doğru bir adım attı, devasa bedeni şaşırtıcı bir zarafetle hareket etti ve başını eğdi. Bir anlığına saldırıya hazırlanıyor olabileceğinden korktum. Ancak ayı, burnuyla beni nazikçe dürttü. O kadar nazik, ayıya hiç yakışmayan bir hareketti ki, neredeyse inanamayarak geriye doğru sendeledim. Bu bir minnettarlık göstergesi miydi? Ayı arkaya yaslanıp, evren kadar anlayış barındıran o derin, kehribar gözleriyle beni izlerken kalbim hızla atmaya başladı. Sanki ayı, bildiği tek şekilde teşekkür ediyormuş gibiydi. O anda, insan ile hayvan arasındaki sınır bulanıklaşmış gibi göründü ve boşluk,